14 Aralık 2008 Pazar

BİTİŞ OLMAYAN KOŞU OLUR MU?

Yıl 1972.Olimpiyatlarda müthiş bir final oynanıyor , basketbol finali. Amerika , o zamanki Sovyetler Birliği ile oynuyor , ama soğuk savaşın yoğunluğu arasında karşılaşmanın anlamı çok büyük. Karşılaşmanın bitmesine 3 saniye kala ABD 1 sayı önde ve top Sovyetlerde. O yıllarda ülkemize henüz yeni gelmiş televizyonların başında mıhlanmış bekliyoruz , bakalım son üç saniyede ne olacak? O çok kısa aralıkta Sovyetler topu karşı potaya gönderiyor ve 1 sayı farkla ( o zaman üç sayı kuralı yok) maçı kazanıyor. Üç saniye önce bitse sonuç farklı olacak. Daha yenilere geliyoruz 2000 yılı Avrupa futbol şampiyonası final maçının uzatma dakikaları oynanıyor İtalya 1-0 önde , hakemin kronometresine bakması (kafasını çevirmesi ve kaldırması bile birkaç saniye tutar değil mi İtalyan arkadaşlar ?) kadar kısa bir süre kala Fransa beraberlik sayısını atıyor, maç uzuyor ve Fransa uzatma devresinde attığı golle Avrupa şampiyonu oluyor, bir kaç saniyelik hesap şaşması nedeniyle İtalyanların hevesleri kursaklarında kalıyor. Atletizm yarışmalarında da buna benzer şekilde hep bir bitiş çizgisi var, bu bitiş zamanını veya mesafesini önceden belirlenmiş , biliyorsunuz , yarış o anda veya orada bitiyor. Kazanan seviniyor , kaybeden üzülüyor. Ama acaba yarışın sonu burası mı? Yarışın sonu başka bir anada veya yerde olsa sonuç çok farklı olacak. Peki yarışın sonu var mı? Baksanıza yarışların, koşuların, karşılaşmaların biri bitince bir başkası başlıyor .Avrupa şampiyonası , Dünya şampiyonası, Olimpiyatlar vb. Belki de yarış hiç bitmiyor. Ya da bizim bittiğini sandığımız anda başka bir yarış başlamış oluyor.


Hayatımızda da böyle ; bir olayda kazanır gibi görüyoruz kendimizi, seviniyoruz ama mutluluğumuz ancak belirli bir süre için geçerli. Aslında yarış çizgisi hep öteleniyor belki de biz göremiyoruz. Koşmamız için hep ileride bir çizginin varlığını hissediyoruz , yok yok biz koyuyoruz o çizgileri. Çizgiyi nereye koyarsak , sonuç değişik olur, ama hızlı koşuşturma arasında biz bunu pek düşünemiyoruz. Etrafını kırıp geçirenlerin , insanlık değerlerini yok sayıp çizgiyi önde bitirmeye çalışanların gözleri yalnız o çizgiyi görüyor. Oysa Çinli bilge Lao TZU ne demişti? “ Bilge kişi sonda olmayı seçti , böylelikle birinci oldu” Hayat yarışının bitiş çizgisi yok, biliyoruz değil mi. Hatta yarış bile yok . yalnızca koşan biri var , koşmamız ise yaşadığımızın kanıtı
. O halde bunu anlayanlar anlamayanlara ,daha hoşgörülü davranmalı değil mi?

Bütün bunları saatte sekiz km hızla giden bir koşu bandının üstünde koşarken, terlerim derimden fışkırırken düşünüyorum. Hayatı yakalamanın mümkün olmadığını hatta gerekmediğini de hatırlatıyor bana bu koşu bandı. Onun hızıyla koşuyorum, hızımı bazen artırıyorum , bazen azaltıyorum , belirli bir tempoya eriştikten sonra bir ara o sekizle koşarken ben biraz ( ama pek az )fazla koşmaya çalışıyorum, bu durumda daha rahat koştuğumu ayaklarımı kaldırıp indirirken hayat bandının hızına göre ayak uydurduğumu gözlemliyorum. Onun hızından çok fazla koşmam mümkün değil, onun hızının altında kalırsam ise banttan düşmem pek olası.
Burada bir yarış olmadığını ve tüm gerekli şeyin onunla beraber koşmak olduğunu, ve bu koşunun bir bitiş çizgisi olmadığını düşünüyorum. Ama hayat, yani yaşam koşusu daha kolay olmalı koşu bandından çünkü otuz dakikadan sonra nefesiniz ve ayaklarınızda görülen emareler sizi koşuyu bırakmaya doğru yönlendiriyor. Hayatta kaç yıla tekabül eder bu otuz dakika acaba? Koşmaktan sıkılmadan, koşunun tadına varmamız dileğiyle

BAŞARI İÇİN BİR KOÇA İHTİYACINIZ VAR

Koşu bandında sabit hızımı korumaya çalışırken kulağım yan tarafımda koşmakla yürümek arasında mücadele eden hafif kilolu hanımla ona bir şeyler anlatan spor danışmanın konuşmasına doğru kaydı ve ister istemez kulak misafiri oluyorum. Kadın sürekli yürüdüğünü ve uzmanların söylediklerini yaptığını ama bir türlü kilo veremediğini dertlene dertlene anlatıyor. Uzman ise kadının söylediklerinin doğru olup olmadığını bilmediğinden onları doğru kabul edip zayıflayamama nedenini başka bir yerlerde arıyordu. Bir ara kadının “ her gün buralara taşınıyorum istemeye istemeye “ dediğini duyar gibi oluyorum. Sonra uzman kadını üzmeden nazikçe yorumunu yapıverdi.
“sevmeden yaptığınız işin faydası olacağını sanmıyorum bu şekilde ne kadar spor yaparsanız yapın coşku duymadan yaparsanız size bir faydası olmaz ”
Ben uzmanın ne kadar haklı olduğunu düşünürken bir de bakmışım ki hedef mesafemin yarısını kat etmişim. Hızımı artırma zamanı gelmişken fark ettim ki kulağım ya da uyanık bilincim başka bir şeyle meşgulken bilinçsiz yaptığım )hadi bilinçaltımın kontrol ettiği diyelim )
Koşu beni yormuyor. Gerçekten bunun böyle olduğunu yine koşu bandında geçenlerde yanımdaki bantta koşan arkadaşımla aralıklı sohbetim sırasında doğrulamış ve bazen çok sıkıştığım ve koşunun bir an önce bitmesini istediğim anlarda bilincimi başka şeylerle meşgul etmeyi denemiş ve başarmıştım.
Koşumun sonuna doğru gelirken tekrar bilincimi meşgul etmeyi denedim. Gerçekten neden her seferinde 30 dakika ve saatte sekiz km hızla koşuyorum? Bu kez daha hızlı koşmalıyım. Yoksa hep aynı sürede aynı hızla ne nefesimi ne de bacak kaslarımı geliştirir. Benzer şekilde aletli çalışmada da hep aynı ağırlıkları hep aynı sayıda tekrar edersem kaslarım gelişir mi? faydası mutlaka olur ama gelişme olması için her seferinde ya daha hızlı ya daha uzun ya da daha ağır veya daha çok tekrarlı yapmalıyım. Doğru haltercilerin artık kaldıramadıkları ağırlıklara gelince sevindiklerini çünkü ancak o noktada kaslarının geliştiğini bildikleri okuduğumu hatırladım.
Bebekleri düşünüyorum yürümeye başladıklarında her gün üç adım atsalar hiç bir zaman yürümeyeceklerini düşünüyorum. Kendimizi geliştirmek için her gün ya da her belirli aralıkta bir önceki aralıktan daha iyi daha üstün olmamız gereklidir.
Yabancı bir şehirde yol ararken ya da metro istasyonlarında doğru bağlantıları bulmaya çalışırken veya bilmece çözerken tekrarla yapılan işlerde beceri kazanıldığını daha zor derecelerin arandığı ve ustalık derecesine ancak tekrarlayarak ve zorluk derecesini artırarak varıldığını hepimiz yaşayarak öğrenmişizdir. Bir de bunların üstüne uzmanın biraz önce söylediği gibi severek ve isteyerek yapma olgusunu eklediğimizde başarının sırrını bulmuş oluyoruz.
Aman tanrım ben bunları düşünürken kırk dakikayı geçmişim. Yanımdaki kadın çoktan terk etmiş bandı. Bir dahaki sefere nasıl aşacağım bakalım bunu?
Yoksa en iyi yöntem yeni doğmuş bir kuzuyu alıp her gün bir tepeye tırmanmak mı? kuzu her gün büyüyecek ama artış her gün çok büyük olmadığı için bunu fark etmek mümkün olmayacaktır. Bu şekilde bir gün sırtımda bir koçu tepeye çıkartıp indirebilirim yani…

Neredeydi bu stop düğmesi ya?